Ermeni konusunun yeniden tüm
gündemimizi işgal ettiği bu dönemde bizde Ermenilerin kim olduklarını
araştırmaya karar verdik. Sorduğumuz bütün insanlar, Ermenilerin kökeni
konusunda hiçbir bilgiye sahip olmadıklarını gördük. Bu yazımız, konunun daha
iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını umarım.
Ermeni İsmi:
Ermeni
kelimesi kuzey memleket anlamına gelmektedir. Ermeni isminin kökeni de
tarihleri kadar tartışmalıdır. Ermeni efsanesine göre Ermeni ismi, Nuh’un
torunu Hayk’ın oğlu Arman’ın adıdır. Arman’ın kurduğu devletten dolayı bu
devletin vatandaşlarının hepsine Armani denilmiştir.
Bu iddia tabiî ki bir efsane
olmaktan öteye gitmemiştir. Ermeni ülkesi için kullandıkları bir terim olan Armina
veya Arminiya ilk kez y. MÖ 510 tarihli Eski Farsça (Persçe) Bisutun
yazıtında kaydedilmiştir. Eski Fars İmparatorluğunun Arminiya eyaleti
(satraplığı) Van Gölü havzası merkez olmak üzere Ağrı Dağı yöresi Aras ve
Arpaçay vadileri ile en Batıda Elazığ ve Erzincan yöresini içerecek şekilde
Yukarı Fırat havzasını kapsamaktaydı. Aynı bölge Antik Çağ boyunca Eski Yunan
ve Latin kaynaklarında Armenia, İslamiyet dönemine ait Arap
kaynaklarında ise Armaniyya/Ermeniyye olarak adlandırılır. Erken dönem
Türkçe metinlerde coğrafi bölge adı olarak Ermeniyye terimine 15. yüzyıl
başlarına dek rastlanır.
Coğrafya Olarak Ermenistan:
Ermenilere göre Ermenistan büyük ve Küçük Ermenistan
olmak üzere ikiye ayrılır. Büyük Ermenistan Kuzeyde; Karadeniz ve Gürcistan,
Güneyde; İran ve Irak, Batıda; Kızılırmak, Doğuda; İran ve Hazar deniziyle
çevrilidir. Küçük Ermenistan ise, Fıratın batısında kalan bölgedir. Ayrıca,
Kilikya dedikleri Adana ve çevresini de bu bölgeye dahil ederler.
Ermenilerin Kökenleri
Ermenilerin kökeni konusu netlik
kazanmış değildir. Genelde tarihçiler onları Kafkas ulusları içine dahil ederler.
Bu köken konusu önemlidir. Çünkü Ermenilerin asıl vatanlarının Anadolu veya
doğu Anadolu değil de Kafkaslar olduğu kabul edilirse, Doğu Anadolu üzerindeki
hak iddiaları da mesnetsiz kalmış olur. Yukarıda da değindiğimiz gibi kuzey
memleketi anlamına gelen Ermeni kelimesi, Ermenilerin Anadolu’nun yerli halkı
değil bir Kafkas topluluğu olduğunu göstermektedir.
Ermeni Dili:
Ermenice Hint-Avrupa dil
ailesine mensuptur. MS. 5. yüzyılda Din adamı Mesrob
Maşdots (y. 361-441) tarafından günümüzde kullanılan Ermeni Alfabesi
yapılmıştır. Ermeni alfabesi 38 harften oluşmaktadır. Günümüzde Ermeni yazı
lehçesi İstanbul merkezli Batı Ermenice ile İsfahan merkezli Doğu Ermenice
olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Modern Ermeniler Batı Ermenicesini
kullanmaların rağmen, günümüzde Ermenistan’ın kültürel çalışmaları sonucu Doğu
Ermenicesi başat Ermeni lehçesi haline gelmektedir.
Ermeni Dini Kimliği
Ermeniler 301 "Aydınlatıcı"
(Lusavoriç) lakabıyla anılan Aziz Grigor/Krikor'un öncülüğünde
Hıristiyan dinini kabul etmiştir. Dünyada topluluk olarak ilk kez Hristiyanlığı
benimseyenler Ermenilerdir. 451 yılında Ermeni kilisesi ile Rum (Ortodoks)
kilisesi doktrin farklılıkları nedeniyle yollarını ayırdılar. Böylece
Ermeniler, kendilerine özgü ayrı bir mezhep oluşturup, diğer hristiyan
topluluklarından ayrılmış oldular. Ermeni Apostolik Kilisesi adını alan ulusal
kilise, Batılı kaynaklarda (Ermeni kilisesinin kurucusu olan Aziz Grigor'a
atfen) Gregoryen adıyla da anılır.
Ermeni mezhebinin Ortodoksluktan ayrılan
temel özellikleri şunlardır:
1.
Ermeniler, Romanın üstünlük ve hakimiyetini
kabul etmezler.
2.
Chalcedoince ruhani mescilinin kararalırın
kabul etmezler.
3.
İsanın baba ile ayni tabiat ve ceherde bir
uluhiyet olduğuna inanırlar.
4.
Arafa inanmazlar.
5.
Papanın günah bağışlamasını red ederler.
6.
Hayvanları kuraban eder eski zanlardaki
ayinleri sürdürürler.
7.
Roma kilisesinin incil’e yaptığı yorumları
kabul etmezler.
Ermenilerin
Katolik veya Ortodoks olmamaları, onları batı hristiyanların koparmıştır.
Hristiyan dünyası uzun süre Ermenilere ilgisiz kalmış, bir anlamda onları
sapkın kabul etmiştir. Papalığın Ermenilere ilgisi daha çok onları Katolik
yapma arzusu şeklinde olmuştur. Ermenilerin Ortodoks olmamaları da Bizans
Devleti tarafından zulüm ve baskı görmelerine yol açmıştır. Bu baskı ve zulümden
Türklerin Anadolu’ya girmesiyle kurtulmuş, bir anlamda dini özgürlüklerine
kavuşmuşlardır. Hatta Fatih İstanbul’u alınca Ermeni Patriğini de yasal olarak
kabul etmiş, Rum Patriğiyle aynı statüye kavuşmalarını sağlamıştır. Yani
bilinenin aksine Türklerle Ermenilerin ilişkileri öyle düşmanca başlamamıştır.
Ermeniler, Türklerin kendilerine sağladığı bu hoşgörülü tutumu uzun süre dostça
karşılık vermiş, Osmanlının Teba-i Sadıkası olmuştur. Fakat batılıların yoğun
çalışmaları onların yollarını ayırmıştır.
Batılılar, uzun süre Ermenilere
şüpheyle yaklaşmışlardır. Dinsel farklık, onların tepkisini çekmiştir. Onlar,
Ermenileri bir hristiyan doğulu ulus olarak kabul ediyor ve küçümsüyorlardı.
Gerçekten de Ermeniler, yaşam tarzları, zevkleri ve tarihleri itibariyle doğuya
aittirler. Fakat, Osmanlıyı yok etme mücadelesi sonucu batılılar Ermenileri
keşf ettiler. Ermenileri Osmanlıya karşı kışkırtarak Osmanlının ve Türklerin
İslam coğrafyası ile irtibatını kesmeyi hedeflediler. Ermenilere verilmek
istenen topraklar bir anlamda Anadolu’yu İslam dünyası ile bağlantısını
koparmaya yol açacaktır. Ayrıca Ermeniler, batının ileri karakolu görevini
üstlenmiş olacak, İslam dünyasında ikinci bir Yahudi topluluk misyonunu görecektir.
Ermeni Tarihi
Ermenilerin ilk tarihleri
hakkındaki bilgiler karanlık olup, Efsane ve destanlardan öteye geçmemektedir.
Ermenilerin destansı tarihleri hz. Nuhla başlar. Onlara göre babacık anlamına gelen
Hayk Hz. Nuh’un torunlarındandır. Hz. Nuh’un gemisi Ağrı dağına indikten sona,
oğlu Yafesin oğlu Hayk Mezopotamya’ya gitmiş, Babil Kulesinin yapımında
bulunmuş, daha sonra büyük Ermenistan dedikleri doğu Anadolu’nun dağlık
bölgesine yerleşmiştir. Hayk’ın torunu Aram, bir devlet kurmuş, Aram’ın adından
alınma olarak Ermeni milleti ve devleti meydana gelmiştir.
Ermeni tarihinin çok net
olmaması, Ermenilerin bölgede güçlü bir devlet kurmamalarından
kaynaklanmaktadır. Ermeniler, bölgede yaşayan büyük devletlerin egemenliğine
girmiş (Asur, Pers, İskender, Bizans, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı) veya
onlara tabi devletler olmuşlardır. Bu durum, onların kendi mecralarını
oluşturmalarına ve bağımsız bir tarihlerinin meydana gelmesine engel olmuştur.
Ermenilerin Müslümanlarla karşılaşmaları da
çok erken dönemde olmuştur. Hz. Ömer döneminde İyaz b. Ganem komutasındaki
İslam ordusu (638) yılında Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları bölgeye ayak
basmıştır. Van, Bitlis ve Ahlatı almıştır. Ermeniler, Müslümanlara cizye
vermeyi kabul ederek İslam devletinin hakimiyetine girmişlerdir. Ermeni
bölgesine giren Bizans, Ermenilerin kendisine bağlanmalarını talep edince şu
cevabı alır: “Bizanslara ne vakit bağlı olduysak, kötü zamanlarımızda manasız
bir yardımdan başka bir şey görmedik. İtaatimiz bir çok kereler hakaretle
karşılandı. Bizi hakkımızda himayelerini esirgemeyen bugünkü efendilerimize
bırakın” Bu mektup, Müslümanların Ermenilere gösterdiği hoşgörüyü
göstermektedir.
Türklerin Anadolu’ya gelmeleri aslında Ermeniler için
bir kurtuluş olmuştur. Çünkü Bizans’ın baskı ve zulümleri artmaktaydı. Türkler
sayesinde çoğunlukta oldukları bölgelerde beylikler kurmuşlardır. Türklerde
bölgede kendilerine destek olacak bir yedek unsur olarak Ermenileri
gördüklerinden onlara iyi davranmış, bu durum Türk-Ermeni dostluğunu
pekiştirmiştir.
Osmanlı İdaresinde Ermeniler
Osmanlıların, Anadolu
beyliklerini kendisine bağlaması üzerine Ermeniler de Osmanlıya tabi olmuş
oldular. Hatta, Osmanlılar Bursa’yı alınca Ermeni Patrikliği de Bursa’ya
yerleşti. Fatih İstanbul’u alınca Bursa’daki Ermeni Patrikliğini de İstanbul’a
getirdi. Onlara, Rumlarla eşit haklar verdi. Böylece Ermeniler, İstanbul’un
Kumpakı, Yenikapı ve Balat çevresine yerleştiler. Yavuz’da Tebriz’de bir çok
Ermeni sanatçıyı İstanbul’a getirdi. Bir anlamda Türkler kendi elleriyle
Ermenileri başkentlerine taşıdılar. Tabiî ki bunun amacı, İstanbulu kültürel
bir merkez haline getirmekti.
Türklerin Ermenilere iyi
davrandıklarını bizzat Ermeni tarihçisi Vartanyan şöyle belirtir: “Türkiye
Ermenisi, Rus Ermenisine göre Ermeni kültürü dili, tarihi, edebiyatı bakımından
çok kuvvetli ve serbesttir. 19. yy. başlarında Ermenleri bir millet olarak,
henüz Avrupa’da bilinmiyordu. Ermenileri yeryüzüne dağılmış tacirler, kendi
çıkarlarından başka bir şeyle ilgisi olmayan kişiler; Yahudiler gibi vatansız
milliyetsiz, serseri olarak tanıyorlardı.”
Osmanlılar, Ermenilere o kadar
haklar tanımışlardı ki Ermeni Patriği kendi adamlarıyla haraç topluyor,
mahkemelerinde hukuk ve ceza işlerine bakabiliyor, nikah işlemlerini yapıyor,
hatta hapis gibi cezalar verebiliyordu.
Ermenilerin bu iyi durumlarına
karşın, Fransız ihtilalinin getirmiş olduğu milliyetçilik ile Fransa’da eğitim
gören Ermeni gençlerin Rumların özgürlük düşüncelerinden etkilenmeleri
Ermeniler arasında bağımsızlık fikrinin canlanmasına yol açtı. Tanzimat
fermanının azınlıklara tanığı haklar da onların cesaretlenmesine neden oldu. Ermeni
konusunu kullananların başında Rusya gelmektedir. Rusya, Rus Ermeni Patrikliği
aracılığıyla Osmanlı Ermenileriyle ilişki kurmuş, ayrıca konslosluğu
aracılığıyla da bu ilişkiyi geliştirmiştir. Tabi bu arada İngiliz ve Fransız
etkisini de unutmamak gerekir.
1856 ıslahat fermanından sonra Ermenilere dini ve
sosyal işleriyle birlikte istedikleri kadar okul açma hakkı verildi. Bu işlerin
yönetimi de Ermeni Patrikliğine verildi. İşte Osmanlı için sonun başlangıcı bu
karar olmuştur. Çünkü, Ermeni okul ve kiliselerinde örgütlenen, yetiştirilen
gençler, geleceğin komitacıları,
ihtilalcileri, eşkiyaları olacaklardır.
1878 Ayastafanos ve Berlin
Antlaşmalarında Ermeni bölgelerinde ıslahat yapılması kararlaştırıldı. Böylece
ilk kez Ermeni konusu uluslar arası bir antlaşmaya girmiş oldu. Ardından Wilson
ilkelerinde “Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan kısımlarına egemenlik hakkı
tanınmalı, fakat Türk olmayan halklara bağımsızlık verilmelidir.” Maddesiyle
Ermeniler kast edilmektedir. Mondros ateşkes antlaşmasının 24. maddesinde
“vilayeti sitede (altı doğu ili) herhangi bir kargaşa çıkarsa işgal
edilecektir” maddesiyle bölgeyi Ermenilere hazırlama emeline sahip olduklarını
göstermektedir. Sevr antlaşmasına göre ise; “Doğuda bir Ermeni devleti
kurulacak” (madde 88-93): Türkiye Ermenistan Cumhuriyetini tanıyacak;
Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecektir. (Başkan
Wilson 22 Kasım 1920'de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis
illerini Ermenistan'a verdi.)
Ermeni İsyanları
Osmanlı topraklarında bağımsız bir Ermeni devleti
kurmayı hayal eden Ermeniler ve onları kullanan devletler tarafından birer
terör örgütleri olan Tifliste kurulan “Hınçak” ve Cenevre’de kurulan “Taşnak”
örgütleridir. Bu örgütlerin ilk kurbanları da masum Ermeniler oldu. Fakat onlar
bu katliamlarını Türkler Ermenileri öldürüyor diye tanıttılar.
İlk isyan 1890'daki Erzurum'da
gerçekleşmiştir. Bunu, yine aynı yıl meydana gelen Kumkapı gösterisi,
1892-93'te Kayseri, Yozgat, Çorum ve Merzifon olayları, 1894'te Sason isyanı,
Babıali gösterisi ve Zeytun isyanı, 1896'da Van isyanı ve Osmanlı Bankası'nın
işgali, 1903'te ikinci Sason isyanı, 1905'te Sultan Abdülhamid'e suikast
girişimi ve nihayet 1909'da gerçekleşen Adana isyanı izlemiştir. 1914'de
Zeytun'da 100, 1915 Van olaylarında 3.000 ve 1914-1915 Muş olaylarında 20.000
Türk, Ermeni mezalimi sonucu hayatlarını kaybetmiştir.
Tehcir (Zorunlu Göç-Diaspora)
Tedhiş hareketleri sona
ermeyince Osmanlı Hükümeti çözüm olarak tehcir kararı almış ve ülkenin çeşitli
bölgelerinde yaşayan Ermenileri, savaş bölgelerinden uzak yeni yerleşim
merkezlerine götürmeye karar vermiştir.
Bu ulusa ve özellikle de Osmanlı gibi bir devleti
aliye’ye yapılacak en büyük iftira onun soykırım uyguladığıdır. Osmanlı’nın
sicili bu açıdan temizdir. Eğer onun soykırım gibi bir karakteri olsaydı bugün
Balkanlarda Bir Yunanlı, Sırplı ve Bulgarlı kalmamış olurdu. 400 yıl boyunca
onları yönettiği halde bölgeyi terk ettiğinde herkes asli kimliğine dönebildi.
Bu konuda asıl sicili karanlık olanlar bu soylu devlete iftira atmaktadırlar.
Fakat yine dünya harbi sırasında uygulamadan kaynaklanan yanlışlıklar oldu. Bu
yanlışlıkları görmek, çözmek ve tamir etmek de biz torunlarına düşmektedir. En
büyük yanlışlık kanımca kışın ortasında bir ulusu kadın, çoluk ve çocuk demeden
yerinden etmektir. Haklı gerekçeleri bile olsa, masumların ölümünü düşünerek
daha farklı metotlar ve zamanlamalar uygulanabilirdi. Fakat 1915 Tehcir olayı
diasporadaki Ermenilerin iddia ettikleri gibi bir soykırım değildir. Osmanlı,
yine kendi vatandaşları olan Ermenileri, o sırada kendi toprakları olan
Suriye’ye göndermişti. Ermenilerin bölgede kalması, beklide bölge halkları ile daha
büyük sorunlara yol açabilirdi.
Sorunun nasıl
başladığını anlamak için birazda Ermeni sorunun aslına dönelim. 1916 yılında
Ermeni kuvvetleri Rus ordusuyla birlikte Erzincan’a kadar geldiler. Bu durum, Ermenilerin Rusları
destekledikleri ve lojistik destek sağladıklarını göstermektedir. Türk
milletinin de zaten Ruslardan çok Ermenilere tepkileri vardır. Çünkü kardeş
bildikleri bir ulus onlara ihanet etmiştir. İhanete uğramanın verdiği bir hırs
vardı. Ayrıca, Ermeniler, Ruslardan daha çok zulm ediyordu. 1919’da Ermeni
kuvvetler Kars’a kadar olan yerleri işgal ediyorlardı. İtilaf devletlerinin
aldıkları yerlerde Ermenileri vali yapmaları doğuda milli mücadele ruhunu
ateşlemişti. Bu durumu İngiltere Yüksek Komiseri Calthorpe’un 29 Temmuz 1919’da
Londra’ya gönderdiği bir raporda General Milne bu direnişi şöyle yorumluyordu: “Büyük
Ermenistan sözü, milli hareket ateşini alevlendiriyor… Kürtleri tekrar sırt
sırta Türklerle bir hizaya getiriyor…”
Harbiye Nazırı Şevket Turgut
Paşa, 15 Haziran 1919 tarihinde Sadrazam’a yazdığı raporda Ermeni mallarının akıbeti hakkında bizlere
bilgi vermektedir: “Beyazıt’ta baş göstermeye başlayan Ermeni sızıntısı, az bir
zamanda Van’dan Hopa’ya kadar bütün sınır üzerinde genişleyecek bir
niteliktedir. Buna engel olmak resmi kuvvetlerimizin her türlü girişimlerine
karşı koymasıyla mümkündür… Ancak, bu bölgeye bir de Ermeni göçmenlerin dönmesi
sorununu da çözümlemek gereklidir. Osmanlı Ordusu, Erzurum ve bölgesini geri
alırken çekilen Ermeniler, Müslüman köylerini tüm yakıp yıkmışlar idi. Buralar
geri alındıktan sonra yerlerine dönen Müslüman halkın çoğu, kendi köylerini
yıkılmış görünce, zorunlu olarak boş ve yıkılmaktan kurtulmuş bulunan Ermeni
köylerine yerleşmişlerdir. Bugün Ermeni göçmenleri geri dönecek olurlarsa,
Müslümanlar tüm açıkta kalacaklardır. Bir de bu bölgeye Ermeni nüfusu
eklenirse, bu durum şiddetlenecektir… İşte bu gibi zorunluluklar, Ermenilerin
bu yıl için Osmanlı memleketlerine alınmamalarını, kesinlikle
gerektirmektedir.” (Türkiye’nin Düzeni Doğan Avcıoğlu)
Bütün bu olaylardan sonra Talat
Paşa başkanlığındaki ittihat ve Terakki Hükümeti Ermenileri bölgeden sürdü. "Tehcir Kanunu" olarak bilinen; ve fakat Türk ordusu savaş alanında
olduğu için cephe gerisinde oluşan isyan ve ayaklanmaları önleme gayesi güden "Savaş
zamanında hükümet uygulamalarına karşı gelenler için asker tarafından
uygulanacak önlemler hakkına geçici kanun" 27 Mayıs 1915 tarihinde
kabul edilmiştir. Kanun, 1 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i
Vekayi'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. 10 Haziran 1915 tarihinde
yayımlanan bir emir yazısı ile de, göçe tabi tutulan Ermenilerin malları koruma
altına alınmıştır. Bir başkan ile, biri idari diğeri de maliyeci olmak üzere
iki üyeden oluşan "Terkedilmiş Mallar Komisyonu" kurulmuştur.
Bu komisyonlar, boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tespit
edecek, ayrıntılı defterlerini tutacaktır. Defterlerden biri bölgesel
kiliselerde korunacak, biri bölge yönetimine verilecek, biri de komisyonda
kalacaktır. Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık arttırma ile satılacak ve
parası korunacaktır. Komisyon gönderilmeyen yerlerde, bildiri hükümlerini
bölgelerdeki görevliler yerine getirecektir. Bu malların Ermeniler dönünceye
kadar korunmasından hem komisyon, hem de bölge yöneticileri sorumlu olacaktır.
Cumhuriyet Dönemi ve Ermeni Terörü
Ermeni terörü Cumhuriyet
dönemindede büyük bir hızla sürdü. Türkiye üzerine sömürgeci emeller besleyen
İngiltere ve Rusya'nın kurdurduğu Taşnak ve Hınçak komitelerinin ülke
içerisindeki kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamların yanı
sıra Ermeniler, 1905'teki Yıldız Suikasti'yle silahlı terör metodolojisinin ilk
örneğini vermişlerdir. Talat Paşa ve Cemal Paşa'yı da aynı yöntemle şehit eden
Ermeniler, uzun bir aradan sonra 1965 yılında tekrar terör metoduna
dönmüşlerdir. 1970'li yıllarda ise ASALA "Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni
Gizli Ordusu" sahneye çıkmış, 1984'e
kadar 42 Türk diplomatını şehit etmiştir.
Ardından, Asala örgütü geri plana alınarak PKK
hareketi desteklenmiştir. 4 Haziran 1993 tarihinde; Ermeni Hınçak Partisi,
ASALA ve PKK terör örgütü mensuplarının katılımıyla Batı Beyrut'ta bulunan PKK
terör örgütü merkezinde bir toplantı yapılmıştır. 6- 9 Ocak 1993 tarihlerinde
Beyrut'taki iki ayrı kilisede düzenlenen ve Lübnan Ermeni Ortodoks
Başpiskoposu, Ermeni Parti yetkilileri ile 150 gencin katıldığı toplantılarda,
PKK terör örgütü ile yapılan mücadele kastedilerek; Türkiye'de iç savaş devam
edeceğine, Türk ekonomisinin sıfır noktasına gelerek, vatandaşların baş
kaldıracakları dile getirilmiştir. Buna bağlı olarak, Türkiye'nin bölünerek ve
bir Kürt devleti kurulacağı, Ermenilerin Kürtlerle olan ilişkilerini iyi bir
şekilde yürütmeleri ve Kürtlerin mücadelelerini desteklemeleri gerektiği
konuları dile getirilmiştir.
Bugünde Ermeni sorunu tüm uluslar arası arenada
karşımıza çıkan en önemli sorundur. Beklide önümüzdeki on yıllar, bu sorunla
yatıp kalkacağız. Bugün bir çok batılı başkentlerde ve parlamentolarında
Türklerin Ermeniler soykırım uyguladıkları tartışılmakta Fransa da olduğu bazıları
bunu kabul etmektedir. Hatta Amerikan senatosu bu her Nisan ayında gündemine
almakta, Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmaktadır. Bir anlamda Türkiye’yi
pazarlık masalarına oturtma hedefi güdülmektedir. Ermeni soykırım iddialarının
kabul edilmesinin en önemli sonucu arkasından gelecek olan tazminat ve toprak
talepleridir. Yani Ermenilere soykırım uygulandığını kabul etmekle iş
bitmemektedir. Ermenilerin şu anda en büyük amacı dünyanın önemli devletlerine
soykırımı kabul ettirmek, ardından Türkiye’ye baskı uygulayarak tazminat ve
toprak talep etmektir. Bu durum, ülkemizin birliğini ve varlığını tehdit eden
en önemli unsurdur.
İbrahim halil er
milli gazete