Vampir
efsanesini toplayıp roman haline getiren ilk kişi İrlandalı yazar Bram Stoker
olup 1897 yılında yazdığı Drakula adlı eser ile bir kült olmuş, böylece yeni
bir türün de yaratıcısı olmuştur. Günümüzde Vampir romanlarının birçok türü
ortaya çıktı. Bunlar, geceleri mezarlıklarda dolaşan vampirlerden, şehirlerde
yaşayan iyi giyimli, yakışıklı, zengin ve kültürlü vampirlere terfi edildiler.
Hatta içlerinde iyi kalpli vampir hikayeleri bile doğdu. Bazı Vampirler,
türlerinin aksine insan kanını içmeyi red edip, hayvan kanı ile beslenmeye
başladılar. Vampirler arasında da iyi vampirler ile kötü vampirler türedi ve
bunlar birbirleriyle mücadele etmeye başladılar. Son yazılan romanlarda, Vampir
Günlükleri, Vampir Akademisi, Alacakaranlık ve on üç cilt olarak planlanan Gece
Evi serisi’dir. Her romanın ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Çünkü bu
romanlar, gençlerin ellerinden düşürmedikleri romanlar olup, korsan
baskılarıyla birlikte binlerle ifade edilebilen bir sayıya ulaşmıştır.
Serinin
içinde en uzun (13 cilt) ve ilginç olanı bence gece evidir. Buradaki bir diğer
ilginçlikte bu vampirlerin alnında hilal dövmesinin çıkmasıdır. Çünkü onlar
geceleri yaşadıklarından hilali kendilerine rehber edinmişlerdir. Aslında hilal
simgesi batı bilinç altında hep islamı çağrıştırdığından olumsuz algılanmıştır.
Burada kısmen olumlu bir anlam atfedilmiştir.
Vampir
romanlarının gençler arasında bu kadar çılgınlık vari bir şekilde okunmasının
nedenini salt bir merak veya macera tutkunluğu olarak düşünmemek gerekmektedir.
Burada insan bilinçaltına dönük bir durumda görülmektedir. Kanımca insanlar,
vampirlerden bir anlamda özlemini duydukları ölümsüzlüğü ve korktukları ölümü
görmektedirler. İnsanlar, vampirlerin şahsından ölümsüzlüğü arzulamaktadırlar. Belkide
sömürüye maruz kalan insanlar, kendilerini sömüren, kanlarını emen
kapitalistleri birer vampire benzetiyorlardı. Vampirlerin gizemli olması, her şeye
güçlerinin yetmesi, toplumun değer yargılarına karşı olmaları, insanların
kendileriyle ilgili düşüncelerine önem vermemesi, ölmeyecek olmalarını
bilmeleri, ölüm, yaşlanma, geçim kaygısı gibi endişeler taşımamaları okuyucuyu
sürüklemektedir.
Temennimiz,
bu vampir romanları okuma merakı sonucunda gençler arasında sapkın düşüncelerin
yayılmamasıdır. Ama gençler arasında, vampir gruplarının yayıldığı ve bu konuda
internet üzerinden örgütlenen tarikatlar oluştuğu hakkında zaman zaman
gazetelere yansıyan haberler görmekteyiz.
Belki
de Türk edebi romanların halktan kopuk olmasıdır Türk okurlarının edebi
romanlar yerine bu tür romanlara yönelten. Bizim edebi romanlarımız da bir tür
Divan Edebiyatı değimlidir? Yani kendi muhitimizi yaratıp, diğer insanları
küçümseme ve yazdığımız eserleri okumayan insanları hiçbir şeyden anlamayan
zavallılar olarak görme psikolojisiydi. Neden bir Şeyh Sadi ve Mevlana hala
okunurken diğer edebi yazarlarımız bu kadar revaçta değildirler. Bir Ömer
Seyfettin’i okumayan Türk yok iken, edebi eserlerimizden haz duyan olmamıştır
(daha doğrusu bu eserleri okuyanların sayısı çok azdır.) Bu da edebi
eserlerimizin hem anlatım ve hem konu itibariyle halktan kopuk olduğunu
göstermez mi? Halkın inançlarıyla, değer yargılarıyla ters olduğu gibi, aşırı
kibir de kokmuyor mu? Sanki bizim işimiz gücümüz yok yazarın ne dediğini
anlamak zorundayız. Yazar da biz ölümlülere tepeden bakmaktadır “siz bunları
anlayamazsınız” bakışlarıyla. İşte iyi, edebiyi ve kaliteli eserlerden soğutan
biraz da bu tutum değil midir? Yazar mı kendini okunur kılmalı, yoksa halk mı
her şeye rağmen onun anlattıkları sayıklamaları okumalı? Ya da çok popüler bir
deyim olan “halk için mi, sanat için mi” yazılmalıdır.
Vampir
romanların hepsi bir bütünlük arz etmez. Her romanın ve her yazarın bir vampir
tiplemesi vardır. Kimi güzel ve yakışıklı bir erkek iken, kiminde genç ve güzel
bir bayandır. Duyguları vardır. Aşık olurlar. Hatta bazılarında kendi
devletleri ve hükümetleri de vardır. Örneğin gece evindeki vampir ayinleri eski
kelt ayinlerine dayanırken, vampir akademisinde ise hristiyan ve Müslüman
vampirler ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Vampirler,
daha sonraki yıllarda büyük bir rakiple karşılaştılar. “Kurt Adamlar” Kurt
Adamlar vampirlerin baş düşmanıydı. Onları yok ediyorlardı. Kurt adamları da
ayrıca incelemek gerekiyor. Onların da iyisi ve kötüsü vardı. Daha sonra vampir
avcıları Bled, Val Helsing gibi karakterler ortaya çıktı. Ama tüm bunlar
vampirlerin büyüsünü bozmaya yetmedi. Vampirler, artık gündüz de
dolaşabiliyorlardı. Bir çeşit evrimleşmişlerdi.
Ülkemizde
bu konuda ilk eser yazan kişi Ali Rıza Seyfi olup, eseri “Drakula
İstanbul’dadır.” Bu eserle Türk yazarların da aslında konuya ilgi gösterdiğini
gösterse de o dönemlerde okurlardan pek ilgi görmediğinden ülkemizde gelişmedi.
Şimdi gözlerimiz, genç ve yakışıklı veya güzel ve alımlı bir Türk vampir
aramaktadır. Bakalım, Türklerin vampiri, batılı hemcinsleri gibi mi olacak,?yoksa
kendine özgü mü olacak? Aslında, tarihimiz ve halk öykülerimiz bu konuda epey
malzeme de sunmaktadır. Yani eser ortaya koymak isteyenlerin pek malzeme
sıkıntısı çekeceklerini sanmıyorum.
Bu
konuda önde gelen yaklaşık 30 civarında eser olup, tüm dünyada milyonlar gibi
satış rakamına ulaştılar. Özellikle Alacakaranlık serisi 40 milyon gibi bir
satış rakamıyla rekor kırmıştır. İnsanların ölümsüzlük arzusu ve gizem merakı
bu kitapları okumayı körüklediği gibi, kitabın üslubunun edebi kaygıdan uzak ve
yalın olması da satışı artırmaktadır. Keyifli, heyecanlı ve sürükleyici bir
kitap okumak isteyenler için paha biçilmez bir hazine işlevini görmektedir.
İbrahim Halil ER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder